Yaratıcılar için hikâye değişiyor!

Medina Turgul DDB Ajans Başkanı &CCO Ertuğ Tuğalan: "Hayatlarımız, medya ve teknoloji büyük bir hızla, devrimsel bir şekilde değişiyor. Bu değişimin içinde yeni hikâyeler yazanlar, gelecek 20 yılın kazananları olacak."

Hepimizin bir hikâyesi var. Her gün işimizde, özel hayatımızda yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla bu hikâyemizi yazmaya devam ediyoruz. Benzer bir hikâye iş hayatı için de geçerli. Yaratıcı endüstrinin hikâye anlatıcıları için her gün bambaşka gelişmeler oluyor. Her sabah kendimizi son sürümlerle güncelliyoruz. Ne zaman bu kadar hızlandık ne zaman kendimizi bu kadar eski hissetmeye başladık? Gelin önce hikâye nereden nereye geldi, nasıl gelişti, neden hikâyelere ihtiyaç duyarız birlikte düşünelim.

Hikâyeyi biraz başa saralım ve binlerce yıl öncesine gidelim. M.Ö 7 yüzyılda yazılan Gılgamış Destanı’ndan bugüne insanlar yaşadıkları olayları anlatma ihtiyacı her zaman duymuş. Dönemin medyası neyse, tarihe not düşmek ve bir sonraki nesillere kendilerini anlatmak için yaşadıkları savaşları, anlaşmaları, doğa olaylarını hikâyeleştirmişler. Yani hayatı hikâye haline getirmek bizim atalarımızdan gelen bir davranışımız. 

Peki bugün hikâye ne? Dikey formatta sosyal medya platformlarından paylaştığımız sabah kahvemizin fotoğrafı. Aradan geçen binlerce yılda hikâye ihtiyacımız devam ediyor ancak hikâyelerin içeriğinde büyük bir değişim var.

Tabii bu değişimin arkasında tarihsel olarak binlerce gelişme var. Merak etmeyin konuyu ateşin bulunmasından alıp yapay zekâya getirmeyeceğim. Hikâye ihtiyacımızı karşıladığımız kaynakların değişiminden bahsetmek istiyorum. 

Bizi izlemeye devam edin!

Son 20 yıldır hikâye ihtiyacımızı okuyarak değil izleyerek gideriyoruz. Yani binlerce yıl önce yazılan Gılgamış Kralı’nın destansı hikâyesini okuyan insanoğlu, bugün “dostlarla kahve keyfi” hikâyesini izliyor. 

İzlemenin nesi var diyebilirsiniz? İzlemek en başta pasif bir eylem. İzleyenler bir süre sonra izledikleri içeriği daha az düşünerek ve sadece kafalarını boşaltmak için izlemeye başlıyorlar. Televizyonun icadından sonra başlayan bu büyük dönüşüm bugün gözlerimizi cep telefonlarına park etmekle kalmadı, günlük yaşam alanlarımızın her yanını ekranlarla çevirmemize neden oluyor. Sabahtan akşama kadar dünyayı izliyoruz.

“Bizi izlemeye devam edin!” çağrısını hatırlarız. Sunucuların yayınların reklama bağlanmadan önce söyledikleri meşhur söz. Bir nesil bu çağrıyla büyüdü ve haliyle okuyarak öğrenen kuşaktan, izleyerek öğrenen kuşağa geçtik. Peki okumanın en büyük faydası ne? Soyut düşünceyi geliştirmesi. Okuduklarımız zihnimizde canlanıyor, canlandıkça, görselleşiyor ve hafızamızı, düşüncelerimizi şekillendiriyor. Ancak izleyen nesiller yetiştikçe soyut düşünce azalıyor ve hikâyeler de değişmeye başlıyor.

Neden her şeyin süresi bu kadar kısa?

Bugünlerde dikkatimizi toplamak için harcadığımız enerjiyi spor salonlarında harcamıyoruzdur. Sorun bizde değil ekranlarda. 1986- 2019 arası pop müzikteki tüm müzikler taranıyor ve ritmin hızlandığı, vokalin erken girdiği, şarkı sözlerinin azaldığı gözleniyor. Nedeni dikkatin azalması. Dikkatimiz gittikçe ekranlar tarafından emiliyor. Son yıllarda yetişen kuşaklarda durum daha da vahim. Gen Z’nin dikkat ortalaması: 2,8 saniye. Minik bir hatırlatma bu rakam Japon balıklarından düşük. 

Johann Hari’nin Stolen Focus (Çalınan Dikkat!) kitabındaki en “dikkat çekici” verilerden biri şöyleydi. “You can try having self-control, but there are a thousand engineers on the other side of the screen working against you” Biz dikkatimizi toplamaya çalışırken, ekranın karşısında binlerce mühendis, milyonlarca dolarlık yapay zekâ algoritmaları bizim dikkatimizi ekranlarda tutmak için çalışıyor. Peki dikkatini veremeden nasıl düşünebilir, fikir bulabilir, derinleşebiliriz? Aslında tarih boyunca felsefeyi de içine alan insanlığın kültürel başarılarının tamamını derin bir dikkate borçluyuz. Nobel ödüllerini düşünün. Bilimsel araştırmaya tüm dikkatleriyle odaklanmış, araştırmaları yıllar boyu süren bilim insanları, bir fikrin peşinden yıllar boyu gidebiliyor. Ortaya çıkan buluşların, fikirlerin, düşüncelerin arkasında hep biricik dikkatimiz var. 

Ancak dikkatimizi çalmaya çalışan sadece teknolojiler ve ekranlar değil. Can sıkıntısı da dikkatin ve odaklanmanın en büyük rakibi. Can sıkıntısına karşı toleransımız maalesef çok düşük. Biraz canımız sıkılacak ama can sıkıntısına maalesef dizi izlemek, eğlenceli şeyler yapmak iyi gelmiyor. Bugün arama motoruna “can sıkıntısı” yazdığınız zaman, cümle kendiliğinden tamamlanıyor ve size can sıkıntısına sözde iyi gelen aktiviteler öneriliyor. Halbuki canımızın sıkılması kötü bir şey değil, odaklanacağımız, düşüneceğimiz, fikir bulacağımız iyi ve bize ait bir zaman. 

Peki canımız sıkılmasına rağmen dikkatimizi toplayabildik ve yaratıcı faaliyetlerimize devam ettik, o zaman bugünün hikâyeleri ve anlatıcıları yeni hikâyeleri ve yaratıcılıklarını nerden alıyor? Değişimin kendisinden. Hayatlarımız hızla değişiyor, alışkanlıklarımız, yaşadığımız yerler, izlediğimiz medya, takip ettiğimiz ünlüler, teknoloji… her şey değişirken hikâyeler ve yaratıcılık da değişiyor.

Şehirler yeni hikâye merkezleri!

2050’ye kadar dünya nüfusunun yüzde 68’inin şehirlerde yaşamaya başlayacağı öngörülüyor. Bu demek oluyor ki daha fazla farklı kültür ve coğrafyalardan gelen insan bir arada yaşamaya başlayacak. Kültürler, hayatlar, dünya görüşleri, zevkler, renkler karışacak. Haliyle çatışmalar, kaynaşmalar ve karışımlar doğacak. Tüm bu oluşan değişimi İstanbul’dan görebiliyoruz. Bugün İstanbul’a bir ülke diyebiliriz. İçinde farklı şehirlerin olduğu, her şehrin kendine ait bir yaşam şeklinin olduğunu görebiliyoruz. TV dizilerine, şarkılara, sosyal medya içeriklerine baktığımızda farklılaşmayı ve kültür karışımını çok net hissedebiliyoruz. 

Eskiden TV ve sinema hikâyelerinin egemen hikâye başlığı “ayrı dünyaların insanıyız” temasıydı ve filmlerin sonu hep mutlu sonla biterdi. Ancak bugünün hikâye ve içeriklerinde endişeli modernler ve muhafazakârlar arasındaki tartışma anlatılıyor, kırsal kentli çatışması işleniyor ve toplumsal stres noktaları daha çok anlatılıyor. Şehirlerdeki bu toplumsal dönüşüm, ana akım ve sosyal medya içerik ve hikâyelerini de değiştiriyor. Bugünün hikâyelerini arıyorsak şehirlerin en lüks bölgelerine veya tam tersi, arka sokaklarına, gecekondularına bakmak gerekiyor.

Medyanı söyle sana kim olduğunu söyleyelim…

Bugün tükettiğimiz medya içeriklerine göre neleri sevdiğimizi, nelerden hoşlanmadığımızı kısaca ilgi alanlarımızın bir fotoğrafını çekebiliriz. Sosyal medya bir düşünceyi ortaya atarak bir algı yaratmanın, yani gerçek olmayanı yaratabilmenin en kolay yolu. Böyle olunca manipülasyona da açık. Örneğin bugün sosyal medya üzerinden yaratılan “güzellik algısı” kime göre ve neye göre soruları karşısında tarafsız bir cevap üretemiyor. 1 milyon takipçisi olan bir fenomen güzelliğin tanımını yapıyor ve sonra algı gerçeğe dönüşüyor. Bugün Google’da “how to look…” diye yazmaya başladığınız an cümlenin devamı beautiful ve türevleri olarak devam ediyor. Güzellik kavramı medyada yeniden tanımlanıyor. Kavramların yeniden yazıldığı günümüzde hikâyeler de yeniden yazılıyor. The Substance bu yılın belki de en dikkat çekici filmlerinden biriydi, ele aldığı medyanın dayattığı güzellik kavramını, sinema diliyle çok çarpıcı bir hikâyeye dönüştürmüştü.

Algoritma her şeyin hikâyesini değiştiriyor

Yuval Noah Harari’nin Homo Sapiens kitabında yapay zekânın işini elinden alacak ilk mesleğin reklamcılık olduğunu anlattığı bir cümlesi var: “Once algorithms choose and buy things for us, the traditional advertising industry will go bust.” Bugün artık hepimiz biliyoruz ki, bildiğimiz reklamcılığın sonuna geldik. Çünkü algoritmalar bizim bir sonraki alışveriş tercihimizi belirleyebiliyor. Hatırlarsınız, online alışveriş platformları bize alışverişi tamamlamadan önce “bunu alan, bunu da aldı” seçeneği sunardı. İşte algo’lar bildiğimiz reklamcılığa ilk kurşunu burada attı. Dünyada online ticaret sitelerinin, yapay zekâ destekli reklam ve pazarlama faaliyetlerine ayırdığı bütçe 2022’de toplam 5,81 milyar dolar. Bu rakamın 2032’de 22,6 milyar dolar olması bekleniyor. 10 yıl içinde neredeyse 4 katı bir büyümeden bahsediyoruz. Sizce bu artış hangi sektöre talebinde bir azalmaya neden olacak?

Yaratıcı endüstride yeni bir hikâye yazılıyor

Hayatlarımız, medya ve teknoloji büyük bir hızla, devrimsel bir şekilde değişiyor. Bu değişimin içinde yeni hikâyeler yazanlar, gelecek 20 yılın kazananları olacak. Tarih boyunca böyle büyük değişimlerin bir sonraki büyük hikâyelerin başlangıcı olmuştur. Son 20 yılda yaşadığımız teknoloji devrimi de yeni bir hikâyenin kapılarını aralıyor. Bugün de böyle bir değişim rüzgarından geçiyoruz ve dünün dünde kaldığı sözünden yola çıkarsak, bildiğimiz reklamcılığın, hikâyeciliğin, yaratıcılığın dünde kaldığını görebiliriz. Yeni düzenin kuralları belli. Odağını kaybetme, değişimi yönet, teknolojiyle büyü ve medyayı anla.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir