Arda Öztaşkın: İklim krizinin içselleştirilmesinin yolu etkili iletişimden geçiyor

Yapı Kredi Kurumsal İletişim Direktörü Arda Öztaşkın: “Hangi açıdan bakarsak bakalım, tüm sebep-sonuç ilişkilerinin göbeğinde insan bulunuyor. Bugün, hiç olmadığı kadar keskin ve karmaşık sorunlarla yüzleşsek de bu zorlukların üstesinden gelebilmek için gerçek bir çaba gösterip göstermediğimiz önemli. Yapacağımız doğru ve sağlıklı tercihler, çok daha sağlıklı bir geleceğin kapılarını açacak. Burada hepimizin sorumluluğu var.”

Sürdürülebilirlik, sosyal sorumluluk ve hayırseverlik kavramların ötesine geçerek günümüzde küresel gündemin en önemli başlıklarından biri haline geldi. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı (SDSN) tarafından bu yıl dokuzuncusu yayımlanan Sürdürülebilir Kalkınma Raporu (2024)’una göre; 2015'te ilan edilen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacının 2030'a kadar gerçekleştirilemeyeceği ifade ediliyor. Peki bundan sonra neler yapabiliriz? Gündemimizden düşmeyen bu kritik konu hakkında Yapı Kredi Kurumsal İletişim Direktörü Arda Öztaşkın’ın görüşlerini aldık…  

İklim krizinin içselleştirilmesinin yolu etkili iletişimden geçiyor

Özellikle son dönemde dünyanın çeşitli bölgelerinde oldukça sık karşılaştığımız aşırı hava olayları ve bunların zincirleme sonuçları iklim krizinin günlük hayatımız üzerindeki etkisinin herkes tarafından daha da görünür ve hissedilir olmasını sağladı. Daha önce sınırlı bir kesimin sürekli gündemi olan iklim krizi, pek çok kişinin dikkatini çekti. İklim krizinin günlük hayatımıza olan etkisinin artmasıyla birlikte, eko-anksiyeteye sahip kişilerin sayısı da yükseldi. Ancak bu durum, karşı kanadın yani iklim krizinin bir uydurma olduğunu söyleyenlerin sayısını da artırdı. Hali hazırda yaşamakta olduğumuz bu krizi çok uzak bir tehdit olarak algılayanların sayısı ise azımsanmayacak düzeyde.

İklim krizi, bilim temelli bir konu. Karmaşık ve çok katmanlı. Dolayısıyla ilk bakışta çok rasyonel, insanlığı ve geleceği tehdit eden gerçek bir durum. Ancak, insan zihni özellikle kaygı yaratan bu gerçekliği kabul etmekte zorlanabiliyor. Bilim insanların iklim krizi ile ilgili bilim temelli gerçeklere her geçen gün bir yenisini ekliyor. Fakat bilim temelli gerçeklerin, bilimsel bir dil ile ifade edilmesi konunun geniş kitleler tarafından özümsenmesi açısından yeterli ve dönüştürücü bir etki yaratmıyor. Bilim, rasyonel ve duygulardan kopuk olarak algılansa da aslında tam tersi. Duygular, iklim krizinin iyi ve doğru karar verme gibi ahlaki etkisi hakkında çok gerekli bir içgörü kaynağı. Bu yönüyle bilimi destekliyor. Tam da bu noktada, bilim insanları ve kamuoyu arasında bir köprü görevi görecek iletişimcilerin, dönüşüm için tüm gücüyle devreye girmesi gerekiyor. 

İletişim, iklim krizinin içselleştirilmesi açısından da büyük bir role sahip. İletişimciler, iklim krizi hakkındaki duyguları dile getirmenin, adlandırmanın, işlemenin ve bunları günlük hayata entegre etmenin yollarını yaratmaya yardımcı olabilir. Bireysel, sosyal ve politik dönüşüm için gereken kolektif farkındalığı ve bilinci sağlayıp, eylemi de tetikleyebilirler. İletişimciler olarak bilimin söylediği korkutucu gerçekliği, savunma mekanizmalarını atlatacak bir içgörü ile paketleyip, insanlara sunabiliriz.

Bununla birlikte markaların, sadece iyi iletişim paketlemeleriyle müşterilerini yönlendirme çabalarının bir geçerliliği yok. Bireyler artık bu konularda son derece hassas ve bilinçli. Ancak gerçek anlamda değer yaratmak üzere yaptıklarınızın bir anlamı ve önemi var. Önce markaların kendi ekosistemine samimi şekilde bakarak, çok katmanlı sürdürülebilirlik konularında gerçek aksiyon alması gerekiyor. Sorgulayan ve baskı yapan müşteri ağları, dünyanın her yerinde markaları zorlayabiliyor. İçeriğin zararlı ama paketlemenin nefis yapıldığı o parlak pazarlama ve reklam kurguları, artık eskisi gibi gerçekliğin perde arkasına atılıp, yerine köpük bir algının konulması için yeterli olmuyor.

Çevreye saygılı kuruluşların, çevre için  zararlı olan tüm operasyonlarını daha kontrollü ve sürdürülebilir bir biçimde yönetmek için somut bir planı bulunuyor. Gerisi ise “mış” gibi yapmanın ötesine geçmiyor. Bugün, greenwashing (yeşil aklama) ile kısa yoldan halledilmeye çalışılan ve böylelikle geçiştirilen konuları, yarın yönetme şansımız artık olmayabilir. Ancak bugün sıklıkla gördüğümüz greenwashing uygulamaları, iyimser bir bakış açısıyla tüm yeşil dönüşüm için bir ara süreç olabilir. Artan bireysel hassasiyetler, şirketlerin greenwashing ile “idare ettiği” durumun, gerçeğe dönüşümünü sağlayabilir.

İnsanlık, tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de tercihleriyle kaderini şekillendiriyor. Hangi açıdan bakarsak bakalım, tüm sebep-sonuç ilişkilerinin göbeğinde insan bulunuyor. Bugün, hiç olmadığı kadar keskin ve karmaşık sorunlarla yüzleşsek de bu zorlukların üstesinden gelebilmek için gerçek bir çaba gösterip göstermediğimiz önemli. Yapacağımız doğru ve sağlıklı tercihler, çok daha sağlıklı bir geleceğin kapılarını açacak. Burada hepimizin sorumluluğu var.

Diğer yandan kültür ve demografiyi dışarıda bırakarak, sürdürülebilirlik konusunda bir dönüşüm yaratmak mümkün değil. Kendi toplumumuza bakarsak; israftan kaçınma, tutumluluk, sade yaşam gibi aslında kültürümüzün temelinde olan bazı kavramları tekrar hatırlamak gerekiyor. Çözüm, sadece birkaç nesil öncesinin temel omurgasını oluşturan bu değerlerin sahiplenilmesinde. Kültürel olarak zaten sahip olduğumuz bu değerleri eyleme dökecek motivasyonu sağlamak konusunda ise biz iletişimcilere büyük bir rol düşüyor. Mutluluğu ve başarıyı tüketime endeksleyen ama tükettikçe insanın kendisinin de tükendiği günümüz sarmalından çıkmanın en kestirme yolu buradan geçiyor. 

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir