Fil'm Hafızası'ndan "Gençlik filmleri" seçkisi

Film Hafızası, gençlik filmlerini Pazarlamasyon okuyucuları için derledi.

Bazı gençlik filmleri yaşımız kaç olursa olsun bizleri etkilemeye devam eder ve bazı unutulmaz anılarımızı anımsamamıza yardımcı olur. Fil’m Hafızası, unutulmayacak gençlik filmlerini Pazarlamasyon okuyucuları için kaleme aldı. Başrolde genç karakterlerin yer aldığı birbirinden etkileyici bu on film, her yaştan seyircinin radarına girebilecek yanlarıyla öne çıkıyor. İyi seyirler…

American Honey (2016)

American Honey’i, bir yol ya da bir büyüme hikâyesi ama en önemlisi Amerikan gençliğinin portresi olarak tanımlamak mümkün. Filmde her ne kadar birden çok karaktere, böylelikle birden çok kaybetmiş hayata yer verilse de kamera aslen odağına Star’ı yerleştiriyor. American Honey, tıpkı isminde olduğu gibi Amerika’nın esas özünün adım adım özgürleşmesine ortak ediyor seyirciyi. Andrea Arnold; kimi zaman baş döndürücü müzikler nedeniyle kendinden geçildiği bir video klibe, kimi zaman sosyo-ekonomik vaziyetle meselesi olan bir politik filme, kimi zaman da doğaya olan ilgisi ve kamera kullanışıyla bir belgesel filme dönüşebilen bir yapıma imza atıyor. Bir Z kuşağı filmi diye isimlendirmenin yetersiz kalacağı yapım, sadece sancılarla büyüyen bir genç kadının değil her şeye yeni baştan başlayacak, asla yenilmeyecek tüm kadınların hikâyesi. Final sahnesindeki rebirth (yeniden doğuş) anı ile zihinlere kazınan American Honey, ABD topraklarındaki tüm kaybeden, ötekileştirilen, kenara itilip çizgi dışı olarak addedilen gençlerle özdeşlik kurup sahipleneceği de bir film aynı zamanda. 

Tuba Büdüş

How to Have Sex (2023)

İlk filmini çeken Molly Manning Walker, üç genç kızın yaz tatilini her ne kadar ilk başta unutulmaz bir seks deneyiminin vücut bulmuş hali gibi tasarlasa da çok kısa bir süre sonra seyirciyi tam da amaçladığı gibi ters köşe yapabilmeyi başarıyor. How To Have Sex, ismiyle müsemma bir film değil asla. Film, üç genç kızın özgürce seviştiği, eğlendiği, her an birbirini kolladığı, arkadaşlık ve kız kardeşlik hakkında manifestonun yazıldığı bir tatilin aksine; genç kızların birbiri üzerinde psikolojik baskı kurduğu, seks yapamadıkları, bir arada gerçek anlamda eğlenemedikleri, dayanışamadıkları bir tatilin yansımasıdır. İlk cinsel deneyimini henüz yaşamamış Tara isimli genç kadının gözünden izlediğimiz film, tam da seyircinin sürekli zaman geçirdiği bu karakter üzerinden ilişkideki rıza kavramını sorgulamaya açıyor. Üstelik bunu kör göze parmak sokmadan yapıyor. Tara’nın eşsiz deneyimler yaşaması beklenirken kucak dolusu hayal kırıklığı ile ayrıldığı tatilin finali ise oldukça yapıcı ve dinamik bir noktada sonlanarak, olumsuz yaşanmışlıkların yanında Tara’yı bekleyen nice güzel deneyimlerin onu beklediğini söylemek istiyor adeta. 

Tuba Büdüş

How to Blow up a Pipeline (2022)

Çevre aktivisti bir grup gencin petrol boru hattını nasıl imha edebileceklerini konu alan How to Blow Up a Pipeline, güçlü şirketlere karşı bireyin örgütlenmesine dikkat çekmeyi hedefleyen ekolojik bir gençlik filmi olarak önem arz etmektedir. İklim üzerine çalışmalar yapan Andreas Malm’in Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır: Yanmakta Olan Bir Dünyada Mücadele Etmeyi Öğrenmek (2022) adlı kitabından uyarlanan film, doğal yaşamın korunması için mücadele veren küçük gruplu örgütlerin işlevselliğine ve iklim terörüne dikkat çekmeyi amaçlıyor. Yer yer gerilla taktiği uygulayan bu örgüt, savaşta her şey mübahtır misyonunu edinmiş bir manifestoyla ilerlese de aslında masum insanlara zarar vermek istemeyen bir yapılanmaya da sahip. Sivil direnişin teröre dönüşebileceği nüansını sistematik bir şekilde işleyen How to Blow Up a Pipeline, 2022 yılında Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştirdi. Eleştirmenler tarafından olumlu yorumlar alan film eko-gerilim türünün öncüsü olarak kabul ediliyor. 

İrem Yavuzer

Airheads (1994)

90’lı yıllara ait bir gençlik nostaljisi olan Airheads, The Lone Rangers adlı rock grubunun yükseliş öyküsünü konu almaktadır. Bağımsız tarzda eserler veren The Lone Rangers, bir türlü keşfedilmeyi başaramamış henüz garaj müziği statüsünde bir ekiptir. Plak şirketleri tarafından sürekli reddedilen Rex ve arkadaşları son katıldıkları toplantıdan da olumsuz sonuç alınca plak şirketini plastik bir silahla abluka altına alır. Tek istekleri demo kayıtlarının radyoda yayınlanması olan grup, birkaç saat boyunca sürecek olan mücadelenin merkezine konuşlanır. Rehin alınma durumunu karikatürize bir şekilde ele alan Airheads, üçü de birbirinden absürt olan karakterlerin hayalindeki şöhrete kavuşma motivasyonunu dönemin müzik endüstrisi ve yozlaşmış kültürüyle eleştiren önemli filmlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Sanatın ve sanatçının geçirgenliğini Amerikanvari bir endüstriyelleştirmeyle hicveden film, hiçbir zaman seçkin kültüre ait görülmeyen Rock’n Roll müziği yeniden canlandırmayı hedefliyor. Baş rollerini Brendan Fraser, Steve Buscemi ve Adam Sandler’in paylaştığı Airheads, politik kodlarla da inceleyebileceğimiz müzikal gençlik filmlerinden biri olarak önem taşıyor.

İrem Yavuzer

Dazed and Confused (1993)

İsmini Led Zeppelin’in aynı adlı şarkısından alan bu film; müzikle, özellikle klasik rock parçalarıyla çok sıkı bir ilişki içindedir. Ardı arkası kesilmeyen bir soundtrack potporisi eşliğinde gelecek yıl lise son sınıfa geçecek olan bir grup gencin okulun son gününü nasıl geçirdiğini izliyoruz. Linklater bu filmde gençlerin yetişkin olmakla, gelecekle ve en çok da otoriteyle olan dertlerini enfes bir gözlem yeteneğiyle ortaya koyuyor, bizi onların karmakarışık zihnine davet ediyor. Belli bir olay örgüsü izlemeden, kalabalık oyuncu havuzunun içinde kamerasını karakterler arasında dolaştırarak bize kesitler sunuyor. Başrolde ergenler arasındaki zorbalık, kabul edilme arzusu, gönül ilişkileri, alkol, uyuşturucu ve eğlence var. “Bir gün öleceğiz, o halde şimdi eğlenmeliyiz.” mottosuyla gençlerin geleceğe bakışının, anı yaşama arzusunun bir portresini izliyoruz.1976 yılında bir partide Cherry Bomb çalıyor ve “Uzaylı olan, vahşi olan biziz!” diyor bir karakter. Toplumda kendilerini işte böyle görüyor ve bundan gurur duyuyorlar.

Esma Akalın

The Virgin Suicides (1991)

“Belli ki hiç 13 yaşında bir kız olmamışsınız doktor.” repliğiyle zihinlerimize kazınan bu film, Sofia Coppola’nın ilk uzun metrajı. Baskıcı bir ailede -baskının şiddeti fark etmeksizin- ergen bir kız çocuğu olmanın nasıl bir his olduğu ve erkeklerin -aynı ailedeki erkek kardeşler dâhil- ne kadar gözlemlerlerse gözlemlesinler bu hissi asla anlayamayacağını anlatan enfes bir anlatı var karşımızda. Beş kız kardeş, mahallelerindeki erkekler tarafından röntgenleniyor, dindar aileleri tarafından sürekli bastırılıyor, hoşlandıkları adamlar tarafından nesneleştiriliyorlar. Öyle ki ruhları, kendilerinin, yaşadıklarının ve ileride yaşayacaklarının farkındalığı altında eziliyor. Onlara dayatılan masumiyeti olabilecek en sert şekilde, en büyük günahlardan biriyle reddedişlerinin öyküsü ise Sofia Coppola’nın yönetmenliğiyle soluk kesici bir deneyime dönüşüyor. Film nostalji hissini, masalsı havasını, en ağır sahnelerde dahi koruyarak “görünürdeki masumiyet” kavramının foyasını ortaya çıkarıyor. 90’ların isyankâr müziği elbette burada da bizimledi.

Esma Akalın

Thelma (2017)

Oslo Üçlemesi’yle tanıdığımız yönetmen Joachim Trier’nin 2017 yapımı filmi Thelma, alıştığımız gençlik filmlerinden farklı olarak karanlık atmosferi olan bir gerilim filmi. Baş karakterimiz Thelma, küçüklüğünden beri aşırı muhafazakâr ve dindar bir ailenin baskısı altında büyümüştür. Thelma, üniversite için büyüdüğü küçük kasabayı terk edip, Oslo’ya gitmesiyle kendini ailesinin onaylamadığı alışkanlıklarla çevrelenmiş halde bulur. Bu esnada Thelma, açıklayamadığı nöbetler geçirmektedir ve doğaüstü güçleri olduğunu keşfetmiştir. Hem bu güçlerini hem de kendini keşfetmeye başladığı sancılı bir sürece giren Thelma, geçmiş hayatını ve ailesinin dayattığı doğruları geride bıraktıkça yüzeye çıkan suçluluk duygusuyla da baş etmeye çalışır. Bu süreçte hayatına giren Anja da Thelma’nın tüm doğrularını sorgulamasına sebep olur. Thelma, gerici ailesinin doğrularından kurtuldukça adım adım yürüdüğü bu sancılı fakat özgürleştirici geleceğe kucak açan genç bir kızın öyküsüdür.

Ayça Torun

Senden Nefret Etmemin 10 Sebebi (1999)

Küçükken izleyip rüyalara daldığımız, “Ben de böyle büyük bir aşk yaşamak istiyorum!” diye düşündüğümüz filmlerin belki de ilk akla gelenidir Senden Nefret Etmemin 10 Sebebi (1999). Heath Ledger’ın koca stadyumda “Seni seviyorum bebeğim!” diye bağırdığı ikonik sahnesiyle, hem gençlik hem de aşk filmlerinin unutulmazı haline gelmesi hiç şaşırtıcı değil. Kat, kız kardeşi Bianca’nın tam tersi karakterdedir. Sert yapısı ve erkekleri yanına yaklaştırmamasıyla nam salmış bir kitap kurdudur. Patrick ise tam bir serseridir. Bir arkadaşının Bianca’ya ulaşmak için Patrick’i de Kat’e ayarlaması gerektiğinde olaylar başlar. Patrick, Kat’in prensiplerini aşıp kalbini kazanabilecek midir? Peki, kendi serseri kalbini Kat’e kaptırmamayı başarabilecek midir? Bu kovalamacanın nasıl sonuçlanacağını az çok bilsek de her seferinde aynı heyecanla izleriz. Senden Nefret Etmemin 10 Sebebi; yer yer güldüren, yer yer ağlatan, ama günün sonunda kalbimizi ısıtan ikonik sahneleriyle her zaman anacağımız bir filmdir.

Ayça Torun

Hearthstone (2016)

Guðmundur Arnar Guðmundsson’un yönettiği Hearthstone, İzlanda’nın görece muhafazakâr kırsal bir bölgesinde ergenliğe yeni adım atan, kendi duygularıyla ve cinsellikleriyle yeni tanışmaya başlayan bir arkadaş grubunun arasındaki aşk üçgenini anlatır. Çok yakın dost olan Thor ve Christian’ın arkadaşlığı, Thor’un gönlünü kaptırdığı kasabanın güzel kızıyla yaşadığı ilk cinsel deneyiminden sonra büyük bir imtihandan geçer. Çünkü Christian, Thor’a arkadaşlıktan öte duygular beslediğini fark eder. Baskıcı ve şefkatsiz ebeveynler, ataerkil şiddet ve akran zorbalığına karşı çaresiz hisseden Christian, içindeki fırtınaları dindiremez. Thor ise tüm karmaşa içinde yeni tanıştığı duygularla yüzleşir. O da toplum baskısına boyun eğerek Chirstian’ı ötekileştirecek midir, yoksa arkadaşlıklarına sahip mi çıkacaktır? İzlemeye alışık olduğumuz romantik büyüme hikâyelerinin aksine oldukça çetin bir coğrafyada geçen Hearthstone yönetmenin ilk filmi olmasına rağmen güçlü bir sinema diline sahiptir.

Hilal Önal

And Then We Danced (2019)

Levan Akin’in Gürcistan’da 2013’teki Onur Yürüyüşü’nün uğradığı saldırıdan çok etkilenmesi sonucu kaleme aldığı ve yönettiği And Then We Danced, muhafazakâr toplum gelenekleri içerisinde var olmaya çalışan Merab’ın gençlik heyecanlarını ve kendini bulma hikâyesini odağına alır. Küçüklüğünden beri Gürcü halk danslarıyla ilgilenen Merab için dans etmek farklı dünyalara açılabilmenin tek yoludur. Geleneksel Gürcü dansının ataerkil doğasına uygun şekilde yeterince “sert” olmadığı yönünde sürekli eleştirilse de azimle çalışır. Merab, kendi doğası ve kültürel kodlar arasında bocalarken dans topluluğuna yeni katılan Iraklı sayesinde yepyeni duygular keşfeder. Rekabetle başlayan ilişkilerinin duygusal bağa dönüşmesi, Merab’ın kendini bulma yolculuğunun ilk adımı olur. Aşkına sahip çıkma cesaretini gösterse de hüsrana uğrayan ve belki de ilk kez aşk acısı çeken Merab, kendi benliğini yaşatabilmek için yine dans etmeyi seçer ve ona dayatılan “sert” geleneklere boyun eğmeye niyetli olmadığının sinyallerini verir.

Hilal Önal

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir