Yeşil Sandalyenin Hikayesi ve Arketipler

Eviniz için bir sandalye almak mı istiyorsunuz? Biraz daha özelleştirelim ve mobilyalarınıza uygun olacağını düşündüğünüz yeşil bir sandalyeye ihtiyacınız olduğunu ve bu sandalyeleri nerede bulacağınızı bildiğinizi varsayalım.

Mobilyacıların ya da mobilya tasarım dükkanlarının olduğu aklınızdaki o yere gittiğinizde, sağ tarafınızda satılık yeşil sandalye afişi asılı bir dükkan, sol tarafınızda ise "1990 yıllarında X kişisinin evinde kullanılan dönemin en popüler yeşil sandalyelerinin aynısı yeniden bu dükkanda" vb. şeklinde bir hikayeye sahip bir afiş gördünüz. İhtiyacınız bir yeşil sandalyeydi değil mi? Fakat ayaklarınız hiç şüphesiz sizi altı hikaye ile doldurulmuş afişe doğru götürecektir.

https://pazarlamasyon.com/kraliyet-dugununden-cikarilacak-10-pazarlama-dersi/

Kimimizin biraz, kimimizin de fazlasıyla sevdiği merak duygusunun etkisini de atlamadan, sizi bu afişe doğru çekecek olan şeyin satılan sandalyenin altında size anlatılan/anlatılmak istenen hikaye olduğunun göz ardı edilemeyecek bir gerçek olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.

Yandaki Blendax reklam afişinde olduğu gibi eskinin yalnızca “ürün" tanıtımlı, daha doğrusu üretilen ürün bazlı pazarlama anlayışı uzunca bir süredir yerini hikayeleştirmeye bırakmıştır. Gelin bu afiş üzerinden bu durumu irdeleyelim:

Eski Blendax reklam afişine baktığımızda, bizlere yalnızca ürünü kullandığımızda alabileceğimiz faydaları veriyor. Blendax ile saçlarınızı yıkadığınızda yumuşak, mis kokulu ve ipek gibi saçlara sahip olma ihtimaliniz olduğunu bilmeniz istenmektedir. Peki yine aynı reklam afişine baktığımızda, alınacak faydanın yanında bizimle kurulan bir duygusal bağ, ürünü almamız için bizi harekete geçirecek, üründe ya da reklamda kendimizden bulduğumuz herhangi bir ortak nokta var mı? Ya da markanın karakterini anladığımız herhangi bir nokta? Ne yazık ki, hayır.

Aslında günlük yaşantımıza baktığımızda, hikaye anlatımı yalnızca pazarlamada değil; hayatımızın hemen hemen her alanında etkisi oldukça yüksek bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bir mülakata girdiğinizde, o ana kadar yaptıklarınızdan çok hangi amaçla o adımları izlediğiniz, ne istediğinizi anlatmanız sizden bekleniyor.

Bu konuda başka bir örnek verecek olursak; çocukluğumuzun kliplerini hatırladığımızda, şarkı ve sanatçı bazında çekilen klipler bile uzunca bir süredir hikayeleştirilerek anlatılıyor. Saatlerce izlediğimiz dizileri de düşünebiliriz. Hepsinin altında beğenelim ya da beğenmeyelim bizi ekrana çeken ya da sonraki bölümde ne olacağını merak ettiğimiz bir hikaye mevcut. Ya da içerde bir yerlerde kendimizle eşleştirdiğimiz bir karakterin bir sonraki adımında ne yapacağına duyduğumuz merak. Ve işte tüm bunların ortak noktası storytelling ya da Türkçe'siyle hikayeleştirme!

https://pazarlamasyon.com/markalar-oyunlastirilmis-hikaye-anlatimiyla-musterileri-nasil-cekiyorlar/

Çocukluğumuzda bile bizlere anlatılan hikayeleri büyük bir heyecanla dinlerdik. Şimdi neden sevmeyelim ki? Yüz yüze paylaşılan hikayeler, 60'lı yılların sonunda televizyonların hayatımıza girmesiyle birlikte yaşanan tek kanallı dönemde çocuklara anlatılan hikayeler, günden güne şekil değiştirerek son olarak sosyal medya ve reklamlara kadar ulaştı. Önceleri bu reklamlar, yukarıdaki Blendax reklamı gibi şekillense de, uzunca bir süredir vermeyi hedefledikleri faydanın yanında duygusal olarak bizleri kendilerine çekecek bir hikaye yaratmaktadırlar.

Hikayeleştirmede Arketiplerin Yeri

Markalar, bunları yaparken aynı zamanda hepimizde olan kişisel özelliklerden, daha doğrusu arketiplerden destek alırlar. Jung sayesinde hayatımızda yer bulan arketip kavramı, insanları gözlemleyip sonuçlar çıkarmak yerine, insanların davranışlarını gerçekleştirirken hissettikleri duyguları ve hayalleri incelemiş ve buna göre ortaya çıkarmıştır.

https://pazarlamasyon.com/hikaye-anlatarak-pazarlamak-onemli/

Arketipler, tüketici ile duygusal bağ kurmak açısından önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden markaların kişiliklerini belirlerken de tüketicilerin o markayı hangi durum ve koşullara bağlı olarak tercih ettiklerine bakıp buna uygun arketiplerini oluşturmaları gerekmektedir. Tıpkı insanlarda olduğu gibi markaların da birden fazla arketipi olabilir; ancak pazarda kuvvetli oldukları bir arketip ile iletişim çalışması yapmaları gerekir desek, sanıyorum yanlış olmaz.

Örneğin; bir marka kendisini ve iletişim çalışmalarını sıradan arketipi altında sürdürüyorsa, farklı bir çalışmada kural tanımayan/asi arketip ile bir iletişim çalışması yaratması tutarsızlığı beraberinde getirecektir. Bir başka örnek verecek olursak; kendini pazarda bakıcı arketipinde konumlandırmış bir marka, bu arketipi destekleyecek bir iletişim çalışması ve içerik ile tüketicilere ulaşmayı hedefleyecektir. Arketipler arasında yer alan bakıcı arketipinin stratejisi, başkaları için bir şeyler yapmaktır ve ACE’nin Ayşe Teyze'li reklamları, hem hikayeleştirmeye hem de bakıcı arketipine çok yakışan bir örnek olabilir.

Özetlemek gerekirse, marka kişiliğini ve tüketici beklentisini iyi analiz eden, tüketici ile duygusal bağ kurup ürünün/hizmetin faydasını bu şekilde ileten “hikayeleştirme” odaklı pazarlama yapan markalar, tüketiciler ile daha güçlü bir bağ kurmaktadırlar.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir