Yalancı Çoban Hikayesine Dönen Anti-Bildirim Çağı

Teknoloji henüz bu kadar hayatımızın içine yerleşmemişken, onu kullanıp kullanmama ya da maruz kalma süremiz hakkında kendimizi, inisiyatif sahibi olarak görebilirdik. Ancak kabul edelim ki artık, günde yüzlerce mesaja maruz kalmamızı sağlayan bildirimler sayesinde onu ne kadar kullanacağımız ve etkileşimde bulunacağımız konusunda kararı tamamen teknolojinin kendisi veriyor. Elbette bu noktada teknolojiyi suçlamak çok kolay, ancak sorunun kalbinde salt teknolojinin olmadığını da bilmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor. Aslında teknoloji, ne iyidir ne de kötü. Çünkü o, tamamen sizin kullanımınıza göre şekillenir. Fakat şu an görünen o ki durum, kontrolümüzden tamamen çıkmış gibi duruyor. Bu feci gürültü yığını dünyayı konuşmadan önce, dilerseniz bu evrimi nasıl gerçekleştirdiğimize göz atalım. 1971'de, Massachusettsli bir bilgisayar programcısı olan Raymond Tomlinson, günümüz dijital kültürünün kritik bir köşe taşı haline gelebilecek büyük bir görevi geliştirmekle yükümlüydü. ABD hükümeti tarafından desteklenen internetin ilk versiyonu olan ARPANET üzerinde çalışırken, Tomlinson'un kullanıcıların birbirlerine mesaj göndermesine izin vermenin bir yolunu bulması gerekiyordu. Buluşundan önce, mesajlar yalnızca hesapları aynı bilgisayarda olan kullanıcılara gönderilebiliyordu. İşte bu durum, Tomlinson'un şimdi hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan “@” sembolünü keşfettiğinde tamamen değişti. Bu akıllıca ekleme, kullanıcıların alıcıların adlarını kullandıkları makinenin adından ayırmasına izin verdi. E-posta talebinin artması, kısa bir süre sonra, e-postaların gönderilmesi ve alınması için küresel standart haline gelen basit posta aktarım protokolünün (SMTP) oluşturulmasına yol açtı. İlk zamanlar, yaygın bir şekilde kullanılmadı çünkü o zamanlar çok az sayıda kullanıcı sürekli olarak internet erişimine sahipti. Bu devrim aslında, ilk internet özellikli telefonlar yani akıllı telefonlar, pazara ulaştığında tam anlamıyla “start” verdi. Zamanla, bu bildirimlerin ardındaki zil simgesi hızla basit bir fikrin temsilcisi haline geldi: “Senin için yeni bir şey var. Sen. Sen. Sen." 2003 yılında Research In Motion (RIM), son kullanıcı ürününde push bildirimini başarılı bir şekilde ticarileştiren ilk şirket oldu. Onların amiral gemisi telefonu olan BlackBerry, yeni bir e-posta aldığında kullanıcıları hemen haberdar etme yeteneğine sahip ilk akıllı telefon olma özelliği taşıyordu. Bu sadece kullanışlı bir özellik değildi aynı zamanda BlackBerry’nin iş dünyasında kitlesel kabulü için kritik bir neden ve markaların uyanışının da başlangıcı oldu. Rakiplerin bildirimlerin yarattığı itici etkiye sahip potansiyeli fark etmeleri uzun sürmedi. 2008 yılında, geliştirici topluluğuna olan ilginin artmasından sonra Apple, Apple Push Notification Service (APNS) adı altında kullanıma açtı. Bu, iPhone'un kendisinden bu yana mobil işletim sistemlerinde yaptığı en önemli değişikliklerden biriydi. Zaman içinde bildirimler, sadece akıllı telefonların önemli bir parçası haline gelmedi. Bildirimler artık hayatımızın her alanına nüfus etti: işletim sistemlerinden, uygulamalara ve sonuç olarak web sitelerinin kendilerine kadar sanal dünyada varlığını sürdüren her şey bildirimlerle adeta “ben de buradayım” demenin yollarını buldular. Zamanla, bildirim simgesinin anlamı çok basit ve hayatımızı tamamen ele geçiren bu formun ana fikrine evrildi: Senin için yeni bir şey var.Sen. Sen. Sen. “Sen” “yeni” kavramı ile birleştiğinde, teknoloji tarihinin en güçlü dopamin kokteyllerinden birini yarattı. Bizler de yalnızca bizim için sunulan bu yeni kokteylleri bayılarak yudumladık. Bu kişisel sistem dikkat ekonomisinde radikal bir değişimin de mimarı oldu: son derece kişiselleştirilmiş içeriği anında sunmak. O andan itibaren her marka bilgi akışımızda bulunmak istedi. Ardından sahneye yeni bir bildirim türü de dahil oldu. Dikkat yarışması gittikçe daha şiddetli hale geldikçe, büyük oyuncular platformlarına katılımı artırmak için yeni taktikler kullanmaya başladılar. En çok kullandığımız sosyal medya platformlarında, belki de yıllardır görüşmediğimiz arkadaşlarımızın avokado tost resimlerini beğendiklerinden dahi haberdar olmaya başladık. İşte bu yeni bildirim türü, bugüne kadar gördüklerimizden çok daha farklı. Onlara aslında “anti-bildirim” adı veriliyor. Anti-bildirim olmalarının nedeni, artık gerçekten önemli olan bir şeyi haber vermenin çok ötesine geçmelerinden kaynaklanıyor. Bu bildirimler, o kadar çok hale geldi ve sıradanlaştı ki gerçekten önemli olan ve dikkatimizi çekecek mesajlara bile duyarsız hale geldik. Bu yeni anti-bildirim’lerin tek amacı, “sen” değil. Bu yeni bildirimler herkes için çalışıyor. Dahası önceleri yalnızca bizim ilgimizi çekmek için kullanılan bildirimler, şimdilerde hepimizi sürekli bağlı tutma amacını taşıyor. Bugün, web sitesini kazara ziyaret ettiğiniz marka bile, sizi içerikle bombalamak için izin istiyor. Gelinen noktada bunca mesaj yükünü artık kimse taşıyamıyor dahası taşımak da istemiyor. Yine de bildirimleri üreten markalara ve sosyal medya platformlarına hayır deme aşamasını çoktan geçmiş bulunuyoruz. Ancak belli ki görünürde bunun da bir sonu bulunuyor. Giderek daha fazla mesaj gürültüsünü kaldıramayacağımızı hissettiğimiz noktada, anti-bildirimler de etkilerini kaybetmeye başlayacaklar. Çünkü anti-bildirimler, Aesop masalındaki yalancı çobanın, her gün kurdun koyunlara saldırdığını söyleyerek köy halkını kandırması hikayesine dönüşmüş durumda. Kurt gerçekten koyunlara saldırdığında çoban köylüyü uyaracak ama sonuçta kimse onu dinlemeyecek!
Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir