Türkiye'de genç olmak, son yıllarda giderek zorlaşan bir deneyim haline geldi. Ekonomik krizler, toplumsal sorunlar ve siyasi belirsizlikler, gençlerin üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Araştırmalar, Türk gençlerinin dünya genelindeki akranlarına kıyasla daha stresli, umutsuz ve gelecek kaygısı taşıdığını gösteriyor.
Stres ve yılgınlık
Gallup'ın Küresel Duygular Raporu'na göre Türkiye, dünyada stres seviyesi en yüksek ülkelerden biri. Ipsos'un araştırması da Türk halkının en büyük sağlık sorunu olarak stresi gördüğünü ortaya koyuyor. Gençler de bu stres sarmalının içinde yer alıyor. Universum'un araştırmasına göre, genç profesyonellerin yüzde 54'ü yaşamlarını çok stresli buluyor ve pazartesi günleri işe enerjik başlayamıyor.
Bu stresin temelinde, geleceğe dair belirsizlik ve umutsuzluk yatıyor. Gençler, kendilerinden önceki kuşaklardan daha iyi bir yaşam sürdüremeyecekleri endişesini taşıyor. Sosyal mobilite araştırmaları da bu endişeyi destekler nitelikte. Türkiye, OECD ülkeleri arasında sosyal mobilitenin en düşük olduğu ülkelerden biri.
Dünya tarihinde ilk kez, sosyal mobilitenin küresel ölçekte gerilediğine şahit oluyoruz; ebeveynlerinin sahip olduğu imkânlara onların yaşlarına eriştiklerinde sahip olamayacağını bilen bir gençlik var. Genç işsizliği, liyakat sorunu, kayırmacılık, ayrımcılık, pandemiden arta kalan yeni eşitsizlikler sadece Türkiye’nin değil dünyadaki gençlerin problemleri. İklim değişikliğinin de politik olduğunun farkında olan, belirli bir zümre tarafından, daha yüksek bir kâr marjı için gezegenin tehdit altında bırakıldığını bilen bir kuşaktan söz ediyoruz. Teknolojinin her şeye erişimi mümkün kıldığı günümüzde, Z kuşağı, önceki kuşaklardan farklı olarak, sürdürülebilirlik, sosyal etki, hakkaniyet ve kapsayıcılık gibi alanlarda yeni ifade alanları açarak yüksek sesle konuşabiliyor. Bunun yaratacağı değişim konusunda ümitliyim.
"Ev Genci" kavramı ve liyakat algısı
Son yıllarda ortaya çıkan "ev genci" kavramı, gençlerin yaşadığı zorlukları daha da görünür kılıyor. Aslında ‘ev genci’ lafına karşıyım. Ne eğitimde ne istihdamda olan genç dememiz gerek. Ne öğretimde ne istihdamda ne de eğitimde olan gençlerin oranına NEET verisi deniyor.
Türkiye'de yaklaşık 4 milyon NEET olduğu tahmin ediliyor. Gençlerin yaşam kalitesinin çok önemli ölçeklerinden biri olan NEET, yani ne eğitim alan ne de çalışan gençler ortalamamız alarm veriyor.
15-29 yaş için Türkiye yüzde 27,93. Aynı yaş aralığında kadınların NEET oranı yüzde 39,03 iken erkeklerinki yüzde 17,35.
Ev genci kavramının kendisi bile, gençleri suçlamaya yönelik bir kavramdır. Gençlerin bu duruma gelmesindeki en büyük etken, liyakate olan inancın çok düşük olmasıdır. Universum'un araştırmasına göre, öğrencilerin yüzde 49'u, genç profesyonellerin yüzde 62'si ve deneyimli profesyonellerin yüzde 64'ü Türkiye'de iş yaşamında liyakatin olmadığını düşünüyor. Liyakatin olmadığı bir ortamda, eğitim de değersizleşiyor ve gençler geleceğe dair umutlarını yitiriyor.
Umudu yeşertmek
Gençlerin umudunu yeniden yeşertmek için, öncelikle liyakat algısını güçlendirmek gerekiyor. Eğitim ve istihdam koşulları, günümüz dünyasının ihtiyaçlarına uygun hale getirilmeli ve gençlerin yetkinlikleri konusunda cesaretlendirilmeleri gerekiyor. Sosyal mobiliteyi artıracak politikalar geliştirilmeli ve gençlerin beklentilerine cevap verecek bir sosyopolitik düzlem oluşturulmalı.
Gençlerin yaşadığı sorunlar sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal boyutları da var. Bu nedenle, gençlere yönelik destek mekanizmaları geliştirilmeli ve onların seslerini duyurabilecekleri platformlar oluşturulmalı.
Peki ne yapacağız? Ben çözüm önerilerini ebeveyn, eğitmen ve kural koyucu olarak üçe ayırıyorum. Ebeveyn ve eğitmene kuşkusuz çok büyük iş düşüyor, ancak kural koyucu yasalarla desteklemediği müddetçe ebeveyn ve eğitmenin çabaları münferit kalıyor; başarı hikâyeleri de öyle. Daha da tehlikelisi bu durum genç beyin göçü oranlarımızı da tetikliyor. Okul öncesi eğitimden başlayarak fırsat eşitliği, sürekli yeni üniversite açmak yerine Anadolu’da yaygın biçimde anaokullarının açılması, özellikle de 21. yüzyılın gereği olan teknoloji erişiminde fırsat eşitliği, çağdışı ölçme-değerlendirme-yerleştirme metotlarının gözden geçirilmesi, meslek eğitimine odaklanılması, spor ve sanatın sadece ekonomik açıdan şanslı azınlığının lüksü olması değil tüm sosyoekonomik seviyelerde erişilebilirliğin sağlanması ilk aklıma gelen acil çözümlerden.
Bugünün ebeveyninin, bu şartlar altında Modern Ebeveynlik Çıkmazına düşmesi kaçınılmaz. Ebeveynlik biyolojik bir gerçeklik ve duygusal bir deneyim olmanın çok ötesine geçti ve son iki kuşaktır yoğun bir anksiyete haline dönüştü. Ülkede sıklıkla çocuğu başarılı olan ebeveynin kibre evrilmiş gururu, başarılı olamamış ebeveynin ise kahredici suçluluk duygusu ile karşılaşıyorum. Bütün bu travmanın sorumlusu bizlere dayatılmaya çalışılan ebeveynlik determinizmi. Yeni nesil sosyal kodlar ebeveynliği böylesi bir öğretiye sıkıştırdı. Ebeveynlik adeta bir endüstri haline geldi ve bu yüzden ebeveynler kendi içgüdü ve deneyimlerine daha az güvenir oldu. Kaçınılmaz sonuç ise otoritelerini kullanmaları gereken anlarda daha az etkili olmaları. Yeni nesil ebeveynlere ebeveynlik içgüdülerine güvenmelerini, otorite figürü olmaları gereken pek fazla an olduğunu hatırlamalarını, çocuklarının sıkılmalarına izin vermelerini (sıkılma anları çocuklarımızın kendi kaynaklarına dönmelerine ve kendilerini eğlendirmek için alternatifler yaratmalarına yol açar), ekran süreleri konusunda net bir tavır sergilemelerini ve evde bu kültürü inşa etmelerini, çocuklarımızın yeni çağ yetkinliklerini geliştirmelerine ilham olmak için önce kendimizin bu yetkinlikleri geliştirmemiz gerektiğini unutmamalarını, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda çocuklarıyla uzun mesailer harcamalarını, evdeki iş yükü paylaşımına önem vermelerini, çocuklarının problem çözmelerine izin vermelerini (çünkü bu çağda en çok ihtiyaçları olan “yılmazlık” denen psikolojik sermaye ancak bu biçimde gelişebilir) hatırlatmak isterim.
Türkiye'nin geleceği gençlerin elinde. Onların potansiyelini açığa çıkarmak ve onlara umut dolu bir gelecek sunmak, hepimizin sorumluluğu.