Yeni nesil medya olarak adlandırılan ve belli bir sınırı olmayan bu koca dünyada markalar başarısız olmaktan korkuyor. Her şeyden evvel bu gerçeği kabullenmek gerekiyor. Korkunun üzerine gitmeden evvel korkuyu kabullenmek gerek. Ardından çözüm üretme aşamasına geçilebilir.
Markaların dijitale karşı bu denli temkinli olmaları, dijitalin nimetlerinden yararlanmak konusunda markalara bir handikap oluşturuyor. Markaların dijitali iyi ve etkili kullanamamasının ardındaki nedenleri sıralamadan önce her şeyin bir çözümü olduğunu hatırlatmak isterim. Ancak tedaviye başlamadan önce, teşhisi koymak gerektiğini de bilmemiz gerekiyor. Tam olarak markaların bu rahatsızlığının ardındaki nedenleri bulmadan bu hastalığa ilaç sunmak mümkün değildir.
***
Genel olarak dijitalde, dijitalin özelinde ise sosyal medyada markaların yeterince faal olamamasının nedenlerini herhangi bir önem sırası olmaksızın konuşmamız gerekiyor. Kısacası bu sebeplerin biri diğerinden daha önemli değil. Aksine her sebep markanın dijitalde tıkanıp kalmasında başlı başına büyük bir engel oluşturmaktadır. O halde hepsi için ayrı ayrı ama hepsine aynı etkide çözümler üretilmelidir.
Geleneksel düşüncedeki patronlar markaları hasta ediyor;
Çünkü bu düşüncedeki şirket yöneticileri değişen ve gelişen dünyada basmakalıp yöntemlerin hala işe yarayacağını düşünüyorlar.
Aslında bakıldığında dünyada ve Türkiye’de üretim anlayışı tarımdan sanayiye evrilirken, sanayi toplumunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere seri – fabrikasyon – üretimin önem kazandığı bilinen bir gerçektir. Bu durum ise “rekabet” denilen sihirli sözcüğü doğurdu.Rekabet ise beraberinde bir firmanın diğer bir firmaya üstün olma ihtiyacını getirdi.
Dünyadaki ve Türkiye’deki köklü şirketlere ve bu şirketlerden çıkan markalara baktığınızda hepsinde şunu görürsünüz; bu şirketler daha kuruldukları ilk andan itibaren bir stratejiye sahipler. Henüz “marka” sözcüğü tam anlamıyla kavramlaşmamışken daha doğrusu marka olmak bir lüks iken dahi bu şirketler ürünlerinin markalaştırma hususunda oldukça ileri görüşlü adımlar atmışlar. O halde aslında sihirli sözcük “marka” değil “strateji”dir dersek yanlış konuşmuş olmayız.
Konuyu niye buraya çektiğimi soracak olursanız açıkçası tüm bunları bir ironiye değinmek adına anlattım. Reklam sektöründe, reklamı gereksiz harcama olarak yorumlayan şirket yöneticilerine, sahiplerine “geleneksel kafadaki patronlar” deniliyor.Oysa ilk kurulan şirketlerin bugün dahi varlık sürdürmeleri aslında geleneksel zihniyetteki patronların başarılı olduğunu gösteriyor. Zaman içerisinde bu terim anlam kaymasına uğramış ve geleneksel zihniyetle yönetilen markaların başarısız olacağına dair bir inanç oluşmuş. Bu yüzden biz de şimdi markaları hasta eden, markaların dijitalden korkmasına neden olan olgunun geleneksel düşündeki patronlar olduğunu söylemek zorundayız.
Evet, dijital dönüşümün 2000’li yıllarda başlamasına değin hatta 2010 yılına gelindiğinde bile şirketler dijitalde var olmadan ayakta kalabildiklerini bu nedenle dijitalde ayak uydurma konusunda herhangi bir mecburiyetlerinin olmadığını dile getirdiler. Şunu kabul edelim Türkiye’de hala her departman direkt olarak patrona bağlı çalışır. Departmanların adı vardır ama işlevi yoktur. Şirketteki işlerin profesyonelce ilerlediği yapılanmalar Türkiye’de çok nadirdir. Vahim olansa hala birçok şirket, dijital pazarlama ve sosyal medya yönetimi işini şirkette çok iş yükü olmayan kişiye yaptırır. Hatta stajyere şirketin tüm sosyal medya ve web site yönetimini veren firmalar var.
Çünkü Türkiye’de patronlar böyle ister.
Çünkü Türkiye’de hiçbir maliyet olmadan dijitaldeyiz diye patronun gözüne girmeye çalışan departman yöneticileri vardır.
Çünkü Türkiye’de şirketler kuruluş aşamasında stratejiden yoksundur. Sonrasında da strateji çizmek ekstra bir maliyet olduğundan firmalar buna yanaşmazlar.
2 gün eğitimle dijital pazarlama yöneticisi olan (!) uzmanlar markayı hasta ediyor;
Çünkü iki üç gün süren eğitimlerde sosyal medya veya SEO, Adwords, remarketing, kreatif içerik gibi sözcükler sadece kavramsal olarak anlatılır. Bunların detaylı olarak öğrenilmesi bırakın iki üç günü haftalar hatta aylar sürebilir. Her konuda temel bilgiye sahip olmak insanı uzman yapmaz, uzman yardımcısı da yapmaz.
Kavramsal olarak bir meseleyi öğrenmek insana ancak iyi bir içerik yazma konusunda yardımcı olur. Marka / şirket / patron ise, dijital pazarlama & sosyal medya yöneticisinden Facebook’un tarihçesiyle ilgili bir içerik değil Facebook’ta nasıl bir stratejiyle ilerleneceğini öğrenmek ister. Daha doğrusu bunu görmek ister. Çünkü o hep eleştirdiğimiz “geleneksel yöntemlerle yönetilen” markalar sosyal medyayı daha fazla ürün satmak için kullanıyor.
İşini iyi yapan bir dijital pazarlama uzmanı satış ile pazarlama kavramlarının iki ayrı şey olduğunu bilir ve buna göre ilerleme kaydeder.
Pazarlama olmadan satış yapmaya kalkışırsanız kriz olur. Ve iki günlük eğitimlerde dijitalde kriz yönetimi nasıl yapılır size öğretmezler. Kavramsal olarak bilmek dijitalde bir krizi yönetmeye yetmez.
***
Özetlemek gerekirse markayı hasta eden iki olgu var;
Üçüncü bir grup yok.
Her iki tarafın yapacağı ilk şey markaya dokunmaktır. Kavramların ötesine geçip, markaya dokunmayı başaran uzmanlar, patronların reklama, dijitale ve sosyal medyaya bakışını değiştirir. Markaya dokunmadan yapılan işler başarısızlıkla sonuçlandığından patronlar kendilerini reklama, dijitale, sosyal medyaya yatırım yapmanın ne kadar gereksiz olduğu konusunda haklı görecektir.