Banner Öldü. Cenazesi Dedesi Outdoor'un Yanında Toprağa Verilecek

Açık konuşalım... Mecra ne olursa olsun, erkek olduğunuz halde önünüze ped reklamı, kadın olduğunuz halde karşınıza traş bıçağı reklamı geliyorsa bu size o reklamı gösteren şirketin başarısızlığından başka bir şey değil. Hele ki bu durum dijital mecralarda yaşanınca yenilir yutulur cinsten olmuyor maalesef. Zira TV, radyo, gazete gibi geleneksel mecraların en büyük zaaflarından biri olan 'doğru tüketiciyi hedefleyememe' problemi, dijital mecralar için son derece basit bir konu. Çünkü dijitalde neredeyse tüm kullanıcıların bilgilerine rahatlıkla ulaşabiliyor, bununla birlikte kime, neyi göstereceğimizi istediğimiz gibi planlayabiliyoruz. O halde dijital mecraların markalara sunduğu bu nimeti görmezden gelip doğru kullanıcıları hedeflemeyi becerememek bir nevi dijital intihar olsa gerek, öyle değil mi? Facebook reklamlarını ele alalım. Yaş, cinsiyet, yaşanılan şehir, çalışma durumu gibi yüzlerce farklı demografik bilgiyi şirketin ihtiyaçlarına göre filtreleyip, hangi kullanıcıların karşısına nasıl reklam içerikleri ile çıkacağımızı belirleyebiliyoruz. Aynı durum Twitter, Instagram gibi diğer sosyal mecralar ve reklam platformları için de geçerli. Yani dijital mecralarda atılan kurşunların gittiği yerler son derece net. Peki neden geleneksel mecralarda yıllardır yaşanan hedefleme sorunlarını, bannerlara muhtaç kalarak dijital mecralarda da yaşayalım ki?   [caption id="attachment_46033" align="aligncenter" width="476"]STRIP3 İnternet üzerinde ilk defa kullanılan banner (1994)[/caption] Bannerlar. İnternetin sevilmeyen üvey evlatları... Onlar 20 yıldan uzun bir süredir hayatımızda. Neredeyse bilgisayar kadar köklü bir geçmişleri var. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki dijital dünyada köklü bir geçmişe sahip olmak hiçbir anlam ifade etmiyor. Aslolan bu geçmişi bugünün ve geleceğin teknolojisi ile canlı tutabilmek. Ancak bannerlar 1994'te ilk defa ortaya çıktıklarından günümüze gelene dek neredeyse hiç değişim göstermediler; hep aynı prensibe, aynı alan ölçülerine, aynı yerleşim alanlarına sahipler. Bu yüzden de her gün önünden binlerce kişinin geçtiği ancak kimseciklerin fark etmediği outdoor (açık hava) reklamlarından neredeyse hiçbir farkları yok. Zira birisi markaların dış ortamlardaki alanlarda reklam yapmasını sağlarken diğeri aynı işi internet üzerinde yapıyor. Zaman kendini yenilemeyen herşeyi olduğu gibi bannerları da eskitti. O dönemlerde %44 olan oran bugünlere geldiğimizde %0.1’lere kadar düştü. (Doubleclick) Hatta internet üzerinde en çok görülen banner türü olan 468x60'lık bannerların tıklama oranları on binde 4 seviyelerinde. (Smartinsights) Bu tıklamaların büyük bir kısmının yanlışlıkla gerçekleştiğini düşünürsek, bannerların artık kimsenin umrunda olmadığını daha iyi anlayabiliriz. Öte yandan, bannerlar ilk ortaya çıktıklarında 1000 adet gösterim (CPM) başına 100 dolar fiyattan satışa çıkıyorlardı. Inanılmaz bir rakam. Ancak reklamverenlerin 1000 gösterim karşılığında neredeyse sıfır tıklama alabileceklerini fark etmeleri çok da uzun sürmedi ve fiyatlar zamanla düşmeye başladı. Şimdi 1000 gösterim başına maliyet 50 kuruş bile değil. Çünkü bannerı gören her 1000 kişiden sadece 1’i tıklıyor. Onun da markanın istediği aksiyonu alıp almayacağı tam bir muamma. O halde kendinize hemen, şu anda sormanız gereken soru şu; kullanıcının umrunda olmayan, tıklamaya bile tenezzül etmediği bir şey sizin neden umrunuzda olsun?
Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir