2025 yılı, markaların tüketici ilgisini kazanmak ve kalıcı bir etki bırakmak için yeni yollar aradığı, dinamik bir dönemi müjdeliyor. Günümüz pazarlama dünyasında teknolojik ilerlemeler, sürdürülebilirlik arayışları ve çeşitlenen medya platformları, markalar için yenilikçi stratejiler geliştirmeyi zorunlu kılıyor.
Araştırmalara göre, video içeriklerin etkisinden sosyal medyanın yeni sınavlarına, yapay zekânın pazarlama üzerindeki etkisinden sürdürülebilirlik ile marka güveni oluşturmanın yollarına kadar birçok alanda yenilikçi çözümler ve stratejiler ön plana çıkıyor. Markalar, tüketicilerin dikkatini çekebilmek için hem yaratıcılık hem de güven tesis etmeyi hedeflemeli. Gelin, bu dönemde hangi trendlerin sektöre yön vereceğine birlikte göz atalım.
Videonun gücüne yolculuk: Ekranların büyüsü devam ediyor
Akıllı televizyonlar, modern yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Günümüzün hızlı tempolu dijital çağında, televizyon ve dijital platformlar arasındaki sınırlar giderek daha da silikleşiyor. İnsanlar, geleneksel yayıncılıkla dijital platformların sunduğu içerikler arasında rahatça geçiş yapabiliyor, ve bu durum televizyon izleme alışkanlıklarını büyük ölçüde değiştirdi. TGI 2024 verilerine göre, insanların yüzde 50’si televizyon izleme alışkanlıklarının çoğunluğunun artık dijital platformlarda gerçekleştiğini belirtiyor. Bu dönüşüm, televizyonun gücünün dijital ortamlarda nasıl yeniden şekillendiğini ve büyüdüğünü gözler önüne seriyor.
Kantar Media Reactions 2024 raporuna göre, 2025 yılı itibarıyla reklamcıların yüzde 55'i, TV streaming hizmetlerine yatırımını artırmayı planlıyor. Bu da, dijital yayıncılığın gelecekteki etkisinin ne denli büyük olacağını gösteriyor. Reklamcılar, dijital platformlar üzerinden sağladıkları izleyici verilerini daha etkin kullanarak, doğru hedef kitleye ulaşmayı hedefliyorlar. Dijital televizyon ve video reklamcılığının bu kadar hızlı yükselmesi, markaların iletişim stratejilerini yeniden şekillendiriyor.
Araştırmalara göre, markalar artık sadece geleneksel televizyon reklamlarına değil, dijital video içeriklerine de yatırım yapmaya başlıyor. Farklı demografik gruplar ve coğrafi tercihleri göz önünde bulundurmak, her bir izleyiciye hitap etmek için önemli bir strateji haline geliyor. Bu bağlamda, markalar, video içeriklerini hedef kitlesine uygun şekilde özelleştirerek daha etkili bir pazarlama deneyimi sunmayı amaçlıyor.
Ayrıca, video içeriklerinin gücü, markaların doğru video karışımını bulmalarını ve test etmelerini gerektiriyor. Bu sayede, markalar yalnızca reklamları değil, aynı zamanda hedef kitlelerine değerli ve ilgi çekici içerikler sunarak daha derin bir bağ kurabiliyor. Video, yalnızca bilgi vermekten öte, duygusal bağlantılar kurma ve marka bağlılığı yaratma noktasında güçlü bir araç haline geliyor.
Sonuç olarak, televizyon ve dijital platformların birleşimiyle ortaya çıkan video pazarlaması, markaların hedef kitlesine ulaşmada önemli bir rol oynayacak. Bu değişen dinamik, markaların stratejilerini yeniden şekillendirmesine olanak tanırken, aynı zamanda izleyicilere daha özgün ve ilgi çekici içerikler sunma fırsatı yaratıyor.
Sosyal medya kendini yenilemek zorunda
2024 itibarıyla sosyal medya platformlarında reklamların dikkat çekme oranı yüzde 31’e geriledi. Bu düşüş, tüm yaş gruplarının sosyal medyada daha fazla ilgi çekici içerik aradığını gösteriyor. Artık kullanıcılar, yalnızca ticari içeriklerden değil, aynı zamanda her türden dijital içerikten sıkılmaya başlamış durumda. 2025 yılı itibarıyla sosyal medya platformlarında içeriklerin, daha farklılaşması, özgünleşmesi ve dikkat çekici hale gelmesi bekleniyor. Kullanıcıların dikkatini çekebilmek, markalar için bir zorluk haline geliyor.
İçerik yaratıcılarının ve markaların, sosyal medya algısını ve etkileşimini artırmak için özgün fikirler ve yaratıcı stratejiler geliştirmeleri gerekecek. Gen X ve Baby Boomer kuşakları mizaha yönelik içeriklere daha duyarlıken, Gen Y (millenials) hem mizahı hem de müzikle ilgili içerikleri tercih ediyor. Gen Z ise özellikle müzik ve görsel efektlere duyarlı, bu da sosyal medya içeriği üreticilerinin hedef kitlelerine uygun, özgün ve yenilikçi içerikler sunmalarını zorunlu kılıyor.
Raporlara göre, markalar sadece reklam metinlerini değil, içeriklerin biçimini, sunumunu ve anlatım tarzını da yeniden düşünmelidir. Video, görsel, etkileşimli içerik ve hikayeleştirme gibi tekniklerle içeriklerin daha ilgi çekici ve akılda kalıcı olması sağlanmalıdır. Yaratıcı inovasyon, markaların kalabalık dijital dünyada öne çıkabilmesi için en güçlü araçlardan biri haline gelmiş durumda. Bu, sosyal medya platformlarında varlık gösteren markaların başarısının temel yapı taşlarından birini oluşturuyor.
Sosyal medya, yalnızca ticaretin yapıldığı değil, aynı zamanda eğlence, bilgi ve kültürel etkileşimlerin merkezi haline gelmiştir. Bu nedenle markalar, kendilerini yeniden tanımlamak ve daha fazla etkileşim sağlamak için içeriklerini yalnızca ticari amaçlarla değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlerle de ilişkilendirerek sunmalıdır. Sadece satışa odaklanmak yerine, kullanıcıların duygusal bağ kuracağı, eğlenceli ve anlamlı deneyimler yaratmak önemli olacaktır.
Güvenliğe öncelik: Yapay zekâ ile güven inşası zamanı
Üretken yapay zekâ (GenAI) ile ilgili yetenekler hızla gelişiyor, ancak pazarlamacılar bu teknolojiyi nerede ve nasıl kullanmaları gerektiğini tam olarak öğrenmek için hâlâ çaba sarf ediyorlar. Kantar Media Reactions 2024 raporuna göre, pazarlamacıların yüzde 68’i GenAI’ye olumlu bakıyor ve bu teknolojinin potansiyeline büyük bir güven duyuyor. Ancak, yüzde 36'sı GenAI konusunda yeterli bilgi ve yetenekten yoksun olduklarını belirtiyor. Bu durum, pazarlamacıların yapay zekâ kullanımında daha fazla eğitim ve rehberliğe ihtiyaç duyduklarını gösteriyor.
Yapay zekâ teknolojilerinin hızla gelişen yetenekleri, pazarlama dünyasında devrim yaratma potansiyeline sahip olsa da, bu alandaki güvenlik endişeleri de göz ardı edilmemeli. Markalar, GenAI teknolojisinin kullanımı sırasında güvenlik, veri güvenliği ve şeffaflık gibi kritik konuları ön plana çıkarmalı. Verilerin doğruluğu ve güvenilirliği, yapay zekâ ile yapılan her işlemde çok önemlidir. Eğitim verilerinin sağlıklı ve doğru kaynaklardan alındığından emin olmak, yanlış veya yanıltıcı sonuçların önüne geçilmesi için elzemdir.
Pazarlamacılar, GenAI’nin verdiği kararların arkasındaki veri kaynaklarını dikkatlice analiz etmeli ve her aşamada şeffaflık sağlamalı. Bu sayede hem güven oluşturacak hem de potansiyel riskleri en aza indireceklerdir. Ayrıca, GenAI kullanırken, müşterilerin kişisel verilerine saygı göstermek ve gizliliği ihlal etmemek de büyük bir önem taşır. Markalar, yapay zekâ teknolojilerini sadece daha verimli ve etkili pazarlama stratejileri oluşturmak için değil, aynı zamanda güvenli ve etik bir şekilde kullanmak için de sağlam bir temel oluşturmalıdır.
Gelecek için yeşil adımlar: Sürdürülebilirlik ve pazarlama el ele
2025 yılında, sürdürülebilirlik ile ilgili yasa ve düzenlemelerin artması bekleniyor, bu da markalar için önemli fırsatlar ve zorluklar yaratacak. Tüketicilerin yüzde 93'ü daha sürdürülebilir bir yaşam tarzı sürdürmek istediklerini belirtiyor. Bu, markalar için sadece çevresel sorumluluk taşımakla kalmayıp, aynı zamanda tüketicilerin değerlerine hitap etme gerekliliğini de beraberinde getiriyor. Sürdürülebilirlik, artık yalnızca bir tercih değil, giderek daha fazla bir zorunluluk haline geliyor.
Kantar’ın BrandZ verisi, sürdürülebilirliğin, dünya çapında en değerli 100 markanın değerine toplamda 193 milyar dolar katkı sağladığını gösteriyor. Bu rakam, çevresel ve toplumsal sorumlulukların markaların ekonomik değerini nasıl artırabileceğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Tüketiciler, çevreye duyarlı ve sosyal sorumluluk sahibi markaları tercih ederken, bu markaların daha yüksek bir güven ve bağlılık kazandığı gözlemleniyor. Markalar, sürdürülebilirliği bir pazarlama stratejisi olarak görmek yerine, şirketin tüm faaliyetlerine entegre edilmiş bir değer olarak benimsemeli.
Pazarlamacılar, sürdürülebilirliği yalnızca reklam ve kampanyaların bir unsuru olarak değil, tüm iş süreçlerini dönüştürecek bir odak noktası olarak ele almalı. Bu, sadece çevre dostu ürünler sunmaktan ibaret değil; aynı zamanda şirket içindeki üretim süreçlerinden, tedarik zincirine kadar her aşamada sürdürülebilirliğe dayalı kararlar almayı gerektiriyor. Sürdürülebilirlik, markaların toplumsal sorumluluklarını yerine getirirken aynı zamanda tüketici sadakati ve marka itibarı için kritik bir rol oynamaya devam edecek.
Markalar içerik üretici topluluklarına yöneliyor
2024 yılı itibarıyla içerik ekonomisinin değeri 250 milyar dolar seviyesine ulaşması bekleniyor. Bu büyüme, içerik üreticilerinin sosyal medya ve dijital platformlar üzerindeki etkilerinin ne kadar güçlü hale geldiğini gösteriyor. İçerik üreticileri, yalnızca takipçi sayılarıyla değil, aynı zamanda oluşturdukları topluluklarla da markalardan daha güçlü bir bağ kuruyor. Güven, bu toplulukların en temel unsuru haline gelirken, markalar da bu güveni kazanmak ve hedef kitlelerine ulaşmak için içerik üreticileriyle iş birliği yapmanın önemini giderek daha fazla kavrıyor.
Kantar’ın araştırmasına göre, ABD’de içerik üreticilerinin ürettiği içerikler, marka farkındalığını artırmada güçlü bir rol oynuyor. Tüketiciler, geleneksel reklamlar yerine içerik üreticilerinin samimi ve özgün içeriklerine daha fazla değer veriyor. Bu içerikler, sadece ürün tanıtımlarından çok daha fazlasını sunuyor; içerik üreticileri, markalarla ilgili gerçek deneyimlerini paylaşarak, takipçilerine doğal bir şekilde ürün ya da hizmet önerilerinde bulunuyor. Bu da markalar için yalnızca doğrudan satışa dönüşmekle kalmaz, aynı zamanda marka algısını güçlendirir.
Markalar, içerik üreticilerinin oluşturduğu topluluklara hitap ederek, daha derinlemesine bağlar kurma fırsatına sahip olur. Ancak bu, yalnızca iş birlikleriyle sınırlı kalmaz; markalar içerik üreticileriyle uzun vadeli ilişkiler kurarak, onların toplulukları içinde güven tesis etmeli ve sürdürülebilir içerik akışları sağlamak için stratejiler geliştirmelidir. Aynı zamanda, markalar bu ilişkileri daha samimi ve şeffaf hale getirerek, içerik üreticilerinin topluluklarına değer katmalı ve onların inandırıcılığını artırmalıdır.
Sonuç olarak, içerik üreticileriyle iş birliği yapmak, markaların sadece reklam yapmaktan öte, organik şekilde daha fazla kitleye ulaşmalarını sağlıyor. Bu sayede markalar, hedef kitlesinin beklentilerine uygun, güvenilir ve özgün içeriklerle daha güçlü bir ilişki kurarak, pazarlama stratejilerini dönüştürebilir ve daha etkili sonuçlar elde edebilir.
Dahil et, bağla, güçlendir: Kapsayıcılığın gücü ile büyümek
Günümüzde kapsayıcılık, yalnızca toplumsal bir sorumluluk değil, aynı zamanda marka büyümesi için stratejik bir kaldıraç haline gelmiştir. Kantar’ın Brand Inclusion Index 2024 verilerine göre, tüketicilerin %80’i, markaları seçerken kapsayıcılık çabalarını önemli bir kriter olarak göz önünde bulunduruyor. Bu, markalar için büyük bir fırsat anlamına geliyor. Özellikle genç nesiller, markaların toplumsal sorumluluklarını ve kapsayıcı yaklaşımlarını daha fazla sorguluyor. Bu nedenle, markalar sadece ürün ya da hizmet sunmakla kalmamalı, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği, etnik çeşitlilik, engelli bireylerin dahil edilmesi gibi konularda somut adımlar atarak kapsayıcılığı bir pazarlama stratejisinden çok, bir değer olarak benimsemelidir.
Kapsayıcılık, markaların yalnızca daha geniş bir tüketici kitlesine hitap etmelerini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sadık bir müşteri tabanı oluşturma potansiyelini de artırır. Çünkü modern tüketiciler, markaların sadece ürün satmalarını değil, aynı zamanda değerler doğrultusunda hareket etmelerini bekliyor. Bu, markaların sadece kar amacı gütmeyen, sosyal sorumluluk projelerine yönelmeleri anlamına gelmez, aynı zamanda kendi iç yapılarında da kapsayıcılık politikaları geliştirmeleri, farklılıkları kutlayan bir kültür oluşturmayı gerektirir. Bu sayede markalar, daha geniş ve çeşitlenmiş kitlelere ulaşarak, yalnızca kârlarını artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal etki yaratacak bir etki gücü oluştururlar.
Sonuç olarak, kapsayıcılık sadece bir trend değil, uzun vadede marka kimliğiyle bütünleşmiş bir strateji olmalıdır. Markalar, bu stratejiyi sadece pazarlama dilinde değil, şirketin genel değerlerinde derinlemesine entegre ederek, daha büyük bir toplumsal etki yaratabilir ve kendilerine sadık, değer odaklı bir müşteri kitlesi oluşturabilirler.
Yavaşlayan nüfus artışı: Tüketici sayısı azalırken pazarda yer edinmek
Dünya nüfusunun büyüme oranı artık yüzde 1’in altına inmiş durumda ve bazı öngörülere göre, yüzyılın sonuna doğru negatif bir büyüme söz konusu olabilir. Bu, markalar için önemli bir uyarı anlamına geliyor. Tüketici sayısının azalması, talep daralması ve piyasa doygunluğu gibi zorluklarla karşı karşıya kalınırken, markaların pazarda rekabetçi kalabilmesi için stratejik bir yaklaşım benimsemeleri gerekiyor. Kantar Worldpanel’e göre, kategori büyümesi marka büyüme şansını 5 kat artırıyor, yani markalar yalnızca mevcut pazarları değil, aynı zamanda yeni kategorilerdeki fırsatları keşfederek de büyüme yoluna gidebilirler.
Yavaşlayan nüfus artışı, markaları daha fazla insana ulaşmak için yaratıcı yollar aramaya itiyor. Bu noktada, markaların demografik değişimlere ve tüketici ihtiyaçlarının evrimleşmesine ayak uydurarak, yeni alanlarda güçlü bir varlık göstererek ve mevcut pazar paylarını genişleterek büyüme fırsatlarını değerlendirmeleri kritik önem taşıyor. Özellikle farklılaşmış, niş alanlara yönelmek, markaların daha az rekabetle karşılaşacakları ve müşteri sadakatini artırabilecekleri fırsatlar sunuyor. Ayrıca, sürdürülebilirlik ve dijitalleşme gibi güncel eğilimleri markalar, yeni ürünler veya hizmetler sunarak entegre edebilir, böylece yalnızca ürün çeşitliliği değil, müşteri bağlılığı da artırılabilir.
Markalar için fark yaratacak alanlar
Markalar, geleneksel iş modellerinin sınırlarını aşarak yeni büyüme alanları keşfetmeye devam ediyor. Oreo’nun dondurma ürünleriyle tatlı atıştırmalık pazarına, Ferrero’nun benzer şekilde farklı kategorilerdeki ürün çeşitliliğiyle küresel pazarda genişlemeye yönelmesi, Samsung’un ABD’de mini marketlere adım atması gibi örnekler, bu trendin güçlü göstergelerinden. Markalar, müşterilerin yeni ihtiyaçlarını ve isteklerini daha iyi anlayarak, sadece ürün yelpazelerini genişletmekle kalmıyor, aynı zamanda marka algılarını da dönüştürüyor.
Kantar’ın Blueprint for Brand Growth modeli, markaların farklı kategorilerde yer alarak yeni alanlarda varlık göstermelerinin, büyüme şansını iki katına çıkardığını ortaya koyuyor. Bu, markaların mevcut pazarlarda yoğun rekabet yerine, henüz keşfedilmemiş ya da gelişmekte olan alanlara odaklanarak fark yaratmalarına olanak tanıyor. Böylece, markalar yalnızca yenilikçi ürünlerle değil, aynı zamanda stratejik genişlemelerle de tüketicilere değer sunuyor. Bu stratejiler, markaların tüketici ile daha derin bağlar kurmasına, pazar paylarını artırmasına ve uzun vadeli sürdürülebilir büyüme sağlamasına yardımcı oluyor.
Perakende medya ağlarının evrimi
Perakende Medya Ağları (Retail Media Networks - RMN), dijital reklamcılıkta markaların müşterilere özel, kişiselleştirilmiş deneyimler sunmasını sağlayan güçlü bir araç olarak yükselişte. Bu ağlar, perakendecilerin kendi web siteleri, mobil uygulamaları ve hatta mağaza içi dijital ekranları gibi kanallarda hedefli reklamlar sunarak, markaların tüketiciye çok daha doğrudan ulaşmasına olanak tanıyor. 2025’te ise perakende medya ağları, kısa vadeli satış artışlarının ötesine geçerek markalar için tam fonksiyonlu bir pazarlama aracı olarak büyüme gösterecek.
RMN’ler, bir markanın tüketiciye yönelik stratejilerini yeniden şekillendirme potansiyeline sahip. Özellikle hızlı tüketim malları (CPG) gibi sektörlerde, bu ağlar sayesinde detaylı müşteri içgörülerine erişmek mümkün. Markalar, bu içgörüleri analiz ederek hedef kitlelerine en uygun içerikleri oluşturabilir ve böylece reklam harcamalarını daha verimli hale getirebilirler. Bu süreçte, perakende medyaya yapılacak yatırımları maksimize etmek için; perakendecilerle yakın iş birliği, birinci parti verilerin analiz edilmesi, ve özellikle hedef kitleye uygun yaratıcı içeriklerin uyarlanması gerekiyor.
Ayrıca, perakende medyanın sunduğu veri erişimi ve medya ölçümleme ihtiyaçları gibi zorlukların üstesinden gelmek için, markalar şeffaf bir strateji izlemeli. Reklam içeriklerini, RMN'lerin sunduğu tüketici segmentleriyle uyumlu hale getirerek daha fazla marka bilinirliği ve tüketici güveni kazanmaları mümkün.
Anlık alışveriş ve marka bağlantıları
Çin’de canlı yayınlar, ticaret ve marka inşasında önemli bir yer edindi ve bu trend tüm dünyada hızla yayılıyor. 2026’da canlı ticaretin perakende satışların yüzde 20’sini oluşturacağı öngörülüyor. Kantar Context Lab’in araştırmaları, canlı yayın reklamlarının hem kısa vadeli satın alma niyeti hem de uzun vadeli marka bağlılığı yarattığını gösteriyor. Bu nedenle, markalar canlı yayınları stratejilerinin bir parçası haline getirerek geniş bir kitleye ulaşabilir, gerçek zamanlı etkileşimle tüketici sadakatini artırabilir ve pazar paylarını büyütebilir.
Canlı yayınlar; influencer iş birlikleri, özel fırsatlar ve soru-cevap oturumları ile marka deneyimini derinleştirirken, özellikle genç tüketici kitlesi arasında güçlü bir etkileşim alanı yaratıyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.